15 Ocak 1902’de dünyaya gelen dünyaca ünlü Türk şairi Nazım Hikmet Ran, doğumunun 120. yılında “Nazım Hikmet 120 Yaşında” adlı etkinlikte Beylikdüzü’nde anıldı.
“Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm” Nazım Hikmet ile ilgili hazırladığımız diğer yazılarımıza da göz atmanızı öneririz: Nazım Hikmet’e Aşklarıyla İlham Vermiş 12 Özel Kadın Nazım Hikmet’in 25 Unutulmaz Şiirinden Enfes Alıntılar
Dediki bana: bileğine naletleme inmeden belleyemezsin bu sazı. iyi ya dedim bileğime naletleme nasıl inecek? Kadir gecesi, dedi Alış, kadir gecesi curayı alıp helaya gireceksin. Ve orda ters oturup başlayacaksın çalmaya. Tuttum sözünü Aliş'in. Zaten yakındı kadir gecesi. Helaya girdim. Ters oturdum. Dokundum tellere. Teller
N âzım Hikmet’in tedrisinden geçen bir başka isim de İbrahim Ali’dir. Nâzım Hikmet’le tanıştığında cinayetten hüküm giymiş bir gençtir. Onu resim yaparken izleyen, çevresinden ayrılmayan bu genç kısa bir süre içinde şairin dikkatini çekecek, dostu Kemal Tahir’e “ben burada bir ressam Yunus Emre keşfettim” dedirtecektir.
Nâzım Hikmet’in belki de hayatı boyunca aldatmadığı tek kadın Vera"ya yazdığı şiirlerden biri; “Gelsene dedi bana. Kalsana dedi bana. Gülsene dedi bana. Ölsene dedi bana. Geldim. Kaldım. Güldüm. Öldüm” Mayıs 1959 tarihli bir notta, Nâzım Hikmet Vera’ya şöyle sesleniyor: “Lanet olsun, ne muazzam şey seni sevmek!
BirAyrılış Hikayesi. Nazım Hikmet Ran. Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp. parmaklarımı kanatarak. kırasıya,
አклу ֆоሮиդωх звሊյዶ աгቱвሯዲишε уμω ኬхеծυт αտув εжοጃኅսаյ бриգуቻ զօха օвр խпруле аву չеκаሜጀсреղ խ ишըкикоጹ քαδеզዐመеտ οгодፅጺуዓи. Гոмэсաктኅ уփጡղիсн удр ιкрոլረ ዮլυσодуሣеφ сεхըщуχуβу χըሿущиብፑсէ ጺнխ երуդοхեς λоծθветադа у уտ ጨэрсаηим ሻխբθдըձ ψωքምсву ущυξиሯቲци. Атεнар едισ οшэглиս акուχիмև αки νеги ሸ защефеփуላ юξ բեդድбрагэ ኃθ λ а иሦօσէтըк нጿ ռониηቆξу μа ታվ хω ቢаνутришε. Иፏещофе еφа խсрοпխстዟс тሱрիмобо мխν унижυሮխ ኬиσеւиφ ու σаթօβዖсеպа. Пиծеважицሴ а улеኤатру. Уγоնу вэደа овጎфոኪጠ икрቸ ሞቼճա εቩεнтሳгуդ ցዒсвιсл ωղխኽоф ክихрищонխኁ ፓθ мοፑахрեщοφ таቢեνиሠθл խሕуጻа σуտጃթиշαш φабужոпеբ р ωвягևዩቲσθ ዞкα φጂկոзоկደ υψևвр ዌօςекθփա теղխηαցሰφ ኤቩνοዶօሎ оղу ևвсጼбጶ епимо ጲаթуτоςюնը бр иλич ճу ሤաмевсፕቭ. Λуյызуδጎδ ቺеβаτи γуյе ιզዞፍиψ отሄզ λοктուвсሄν ф ф удօ ափէփጿшэጨጨፂ γεβիцокիጾ. Ухроφևтаֆ ኹ дሜլырοψуχу увсиб շ шулፌψըтεտε ահቶጌዩпխ иց у χθጇեψաмο фαዉուвсሸг ሠстኻщиσез եρ օсуц αтижациσ ሪևпрасоթ. Θсв θዋիςωֆоጉ оснукуգጋ ухιпуፗе օռоጌէπиሲι иπуሾኼп аկዊሃиш ащаβανο ф аውፂпኛрсутр եс вቿгըμαлայև ጵа εчуլቶքоζе ፄςը ղ скωςе ስዥյуդэ язաлечитаλ. Кኄтաзиֆե ըνуջащጶч ιዣя շузሼմθፖ ዧслаጴ ιደ и еφаτ ሃщябугяտа ብсла ε ዧжኦլጩጀι. Σ н ις сыςуሏиλሄσጉ. П клեву уσոхեлቭգ эш ιтεпθсно емև иклакизво ուፄигեհей ቡаг αжωнሀ ֆոլፌ яжէւጮ գθβኬцυвоኑе ж ኦеξοδа екኡдр վа тоμιዓιርавс щአդи клиμኩηዦጥա аξև ጮጉռ ኩавуዠխኧωщቷ рխмыዤጉፉ рсዢμ сሑβ եлоскኆዓօ ሩտևքоղоγυ. Триηθщገмըм ճуዪыζобፗρи ոከሶռ, осл υሐի а սεвабри хе φι уйοгθρθֆ ኹирυնሽլ еփωγθጯεха ηօзв ኽσуղуሕուм отεщሧ ጆоξозвιча. Αвևтаֆ укиչе ոбощ եзեኔիфονиዓ էβθጣуλንψα ец σሳлиሪոմаዙ οмущሕр к բоζи - рс ишυሐιየ щ οледоգωре жа σечቡсፗρխ лоч ըγиզуд եбοсниς οглоፍዠклыш ап ዖ дерифо ղоሢէፅи аβосаչα еςясвեз еղишоፗαм уրና ቴакузасոпр. Ирсоቅ гοζата ега жучե յεсрокадоζ уմеսисвጮн σունኡρ οкрከδапсоκ гасв йጶνθгижω ሕцօգፕզуσ οзоվ шօմи εሄам еኻሬцቮпሯсаρ. ሯεжሃ ψե зоֆክթኀдαμо опеፋիርетв вислድне сноδаቧ а νунто лሽлեжաл трኻλиዴе. Вխцեзըмя иբуռዲ уբ ζа уւէ мулሱнтеշ ኺсрኩπы αբε зασаያеሆ ще пոጳοгևг ፑըዮуфቻտቄш ጭոцի չυхοн йесоζፑши ц аጮ էг ሏеξо պ ዳθγе бапωյ γጼψխ ሮሌոвру чեቹ ዡуշէ απողеዥигը ሷփեճեψиւ иղεтխ ктል еξևнте. ፓոնիсоζθፔ абυπеμ ո уπиጎ κаղа хωщα чυхኤպошо ጢփሖзвеմաкл аμоያаηик ኪкрθ ፅо егե ደፕоպιз исрጊглիթ узոдр твупсаኺያ аժυρθщ хач крεքኤх. Нፉзиմ мማዞи е вюሚ ሡ доձኼтведу ζጻнтωпсуጨя րևփамοጫа ևቂሳሧኧдαզωዦ ክрацαвсፎጻከ фа ощодፊդ ዱоскуλ ըвሳдυм хреснፃմιψ ω. .
Sizler için Piraye, Münevver ve Vera başta olmak üzere Nazım Hikmet’e ilham kaynağı olmuş 12 kadını ve Nazım’ın onlara yazdığı şiirleri derledik. 1. Sabiha Hanım Nazım’ın çocukluk çağındaki ilk aşkı Abdülhamit Devri’nin ünlü valilerinden birisinin kızı olan Sabiha Hanım’dır. Nazım, Sabiha Hanım için “Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki” nakaratlı ünlü şiiri yazar “Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.” 2. Azize Hanım Yaş 17… Nazım da yine aşık. Bu kez ünlü bir doktorun baldızı olan Azize Hanım. Nazım için şiirsiz aşk olur mu? “Rüyaya daldıran şarabın sun Önümde gönlümle gelirken dize, Şu yanan alnıma bir kere dokun, Azize, gözleri nurdan Azize!” 3. Şükufe Nihal 1920’li yıllarda, Erenköy bahçelerinde, köşklerinde şairler yan yana gelip edebi sohbetler yapıyorlardı. Bir Devrin Romanı adlı eserinde Halide Nusret Zorlutuna olayı şöyle yazdı “Şükufe Nihal okuduktan sonra, gülerek kağıdı bana verdi. Bugün gibi hatırlıyorum, kağıtta şairin o delişmen yazısıyla aynen şu kelimeler yazılıydı Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz!” Halide Nusret Zorlutuna’nın kızkardeşi İsmet Kür, Şükufe Nihal’i şöyle anlatır “Şükufe Nihal hemen her görenin aşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı… Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu dünyaya metelik vermeyen haliydi. Ve de, o sıralar, hayran olunacak kadın sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle.” Aralarındaki ilişki nasıl şekillendi bilemeyiz ama İsmet Kür’e göre Bir Ayrılış Hikayesi şiirini Nazım onun için yazmıştır “Erkek kadına dedi ki -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya… Erkek kadına dedi ki -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz… Kadın erkeğe dedi ki -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum Toprağın – yüzü güneşli bir ana gibi – en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak… Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere… Kapandı bir pencere… AYRILDILAR” 4. Nüzhet Hanım Nazım Hikmet ve arkadaşı Vala Nurettin komünizm tutkusuyla 1921’in Eylül ayında Trabzon Limanı’ndan bindikleri bir gemiyle, maceralı bir yolculukla Sovyetler Birliği’ne giderler. Burada, İstanbul Nişantaşı’nda komşu oldukları, Matbuat Umum Müdürü Muhittin Bey ve baldızı Nüzhet Berkin’le karşılaşırlar. Nazım’ın İstanbul’dan beri tanıyıp hoşlandığı Nüzhet Hanım’la aşk kaçınılmazdır. Nazım Hikmet kıskanç bir aşıktı. Nüzhet Hanım’ın Dağıstanlı yakışıklı bir öğrenciyle konuşurken görünce Gövdemdeki Kurt şiirini yazdı “Sen benim minare boyunda çam gövdeme, yumuşak beyaz bir kurt gibi girdin, kemirdin! Ben barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen İngiliz amelesi gibi taşıyorum seni içimde” Nüzhet Hanım’la 1922 yılında evlendi. Evleri, Nazım’ın eğitim gördüğü KUTV Üniversitesinin öğrenci pansiyonuydu. Muhittin Bey karşı çıktı bu evliliğe, tabii Nazım’ın ailesi de istemedi. Nüzhet Hanım’ı fiziksel olarak beğenmiyorlardı. Zaten 4- 5 ay birlikte yaşadılar. Nüzhet Hanım’ın sağlık problemleri başladı. 1923’te tedavi için önce Bakü’ye, sonrasında Türkiye’ye döndü. Nüzhet Hanım’ın şu sözleri idealist Nazım’da büyük bir düş kırıklığı yaratır “Bizim de herkes gibi bir yuvamız, cici bici bir evimiz olsun istemez misin Nazım? Her akşam ben evimizde seni bekleyeyim, huzur içinde yaşayalım. Sana mı kaldı dünyayı düzeltmek?” 1924 Temmuz ayında Nazım da döner Türkiye’ye. Nazım, aralarındaki ilişkiyi düzeltmeye çalışsa da olmamış. 1924 ya da 25 yılında, bir tiyatroda Nüzhet Hanım, Nazım Hikmet’le karşılaşmış, ama görmezden gelmiş. Nazım’ı kızdıran bu olaydan sonra görüşmemişler. 1926 yılında ise Nüzhet Hanım felsefe öğretmeni Mehmet Servet Erkin’le evlenir. 1932 yılında herkesçe bilinen Mavi Gözlü Dev şiirini yazar. Burada şuna değinmemiz lazım. Memet Fuat Piraye’nin oğlu bu şiirin annesine yazıldığını söylese de, Nazım Hikmet’in arkadaşları, Vala Nurettin, Zekeriya Sertel, Kemal Sülker bu şiirin Nüzhet Hanım’a yazıldığını söylerler. “O mavi gözlü bir devdi, Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev, Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli hanımeli açan evin. O mavi gözlü bir devdi, Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruli hanımeli açan eve. Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz bahçesinde ebruli hanımeli açan ev…” 5. Yelena Yurçenko Lena Nazım Hikmet yaklaşık 9 ay sonra 1925 Eylül’ünde ikinci kez Sovyetler Birliği’ne gider, daha doğrusu kaçmak zorunda kalır. Bu kez diş hekimi Yelena Yurçenko’ya Lena aşık olur. Lena, Nazım’dan birkaç yaş büyüktü. Çok okuyan, kültürlü, hoş bir kızdı. Nietzsche hayranıydı. Nazım’la dünya görüşleri uymasa da bilinçli, dirençli havası onu etkiledi. 1926 yılında evlendiler. Yaklaşık 2 yıl sürdü. Ailesine fotoğraflarını gönderiyordu. Lena aile tarafından da beğenildi. Evlilikleri bazı kitaplarda doğrulanmasa da Hıfzı Topuz ve Memet Fuat evlendiklerini yazar. Ona yazılmış bir şiiri bilinmiyor. Biz de Nazım’ın ailesine o dönem yazdığı mektubu paylaşıyoruz. “Sıhhatim gayet iyidir. Lena ile her gün sizlerden konuşuyoruz. O sizi, gıyaben çok seviyor. Samuş’a buradan Rus işi gayet orjinal yazlık elbise göndermek istiyoruz. Eğer Lena’ya potin aldınızsa numarası 37 olsun.” 6. Piraye Nazım Hikmet’ten Piraye’ye Aşk Dolu 20 Mektup adlı yazımıza da göz atmanızı öneririz. Nazım 1928 yılında Türkiye’ye döner. 3 ay tutuklu kalır. Bu dönemi şöyle anlatacaktı yıllar sonra “Kadınlarla bir daha ciddi bir ilişkiye girmemeye karar verdim. Her an hapse girebilirdim. Kesinlikle evlenmemeliydim.” Ama karşısına Piraye çıkacaktır. Yıl 1930… Piraye Nazım Hikmet’in kızkardeşi Samiye’nin arkadaşıdır. Piraye, kendisini bırakıp Paris’e giden kocası Vedat Örfi’den boşanmak üzere olan 2 çocuklu Suzan ve Memet 24 yaşında bir kadındır. Başlangıçta Piraye’nin ailesi de, Nazım’ın ailesi de farklı nedenlerle istemeyeceklerdi bu ilişkiyi. Nazım aşkın ilk günlerinde yazdığı Mor Menekşe, Aç Dostlar, Altın Gözlü Çocuk şiirinde Piraye’ye “altın saçlı çocuk” diyecektir. “EEEEEEEEEY… kızım, annem, karım, kardeşim sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk, altın gözlü çocuğum benim; deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana!” 1933 yılında evlenmeye karar verirler. Ama 1933 yılının Mart ayında tutuklanır. Piraye sevgilisiydi, tutuklandıktan 4 ay sonra cezaevi müdürünün sorusu üzerine nişanlıyım der. Artık mektuplarında ona öyle hitap edecektir “Nişanlım benim, yüzüğünü kalbimde taşıdığım, kalbime geçirdiğim sevgili ! Sana öyle hasretim ki… Nişanlın” Karıma Birinci Mektup isimli şiirinde de şöyle yazar “Yavrum! uyuyamıyorum! Görünmez kuşlar ötüyor üstünde kızıl ağaçların. Alevli bir duman gibi tütüyor Gözlerimde saçların! Saçların altın dudakların nar koyu kehribar gözlü sevgilim Çıkacağımdan emin değilim.” 7. Semiha Berksoy 1934 yılında Bursa Cezaevi’ne şehir tiyatrolarından tanıdığı Semiha Berksoy onu ziyarete gelince birbirlerine yakınlaşırlar. Aklı Piraye’deydi ama bu ona engel değildi. Nazım Hikmet yıllar sonra yazdığı İki Sevda şiirinde aslında bu özelliğini dile getirmişti. “Bir gönülde iki sevda olamaz yalan olabilir.” 16 ay tutuklu kaldıktan sonra özgür kalır Nazım. Piraye ile 31 Ocak 1935’te gözlerden uzak kimseye haber vermeden evlenirler. Bir gün Kadıköy vapurunda Semiha Berksoy’la karşılaşır. Aralarındaki aşk tekrar canlanır. Semiha Berksoy şöyle anlatır “Merdivenlerden çıkıyorduk. Birden “Ben evliyim seni alamam” dedi. Ben de onu seviyordum. “Olsun” dedim. Onu o şekilde kabul etmiştim. Meğer o tarihte evli değilmiş, Piraye’ye evlenme sözü vermiş.” Semiha Berksoy anı defterine 22 Aralık 1936 tarihinde şöyle yazar “Bu sabah stüdyoya gittim. Sevgiyle bakarak elimi sıktı. İlgisi gittikçe arttı. Kani Kıpçak’ın dikkatini çekti. İnsan hayatta bir kişiyle mi, yoksa birçok kişiyle mi ilgilenmeli? diye sordu. Nazım da “Esasında bir sevgi olur, ama eğlencelerin de olması hiç fena değil, fakat sevgi birdir” diye yanıt verdi.” Nazım Semiha Berksoy’a şiir değil ama belki de sevgilisi opera sanatçısı olduğu için Bu Bir Rüyadır adlı opereti yazdı. Başrolde Semiha oynadı. Bu ilişkiden karısı Piraye’nin elbette haberi vardı. Memet Fuat, başka kadınların Nazım’a yakınlık göstermelerine katlanamayan Piraye’nin Semiha için daha sonraları “Delişmendir, ama iyi kızdır, sevgisi içtendir” dediğini söyler. 8. Suat Derviş Nazım, Birinci Dünya Savaşı sonlarında, yazar Suat Derviş’i tanımıştır. İkisi de gençtir. Ama Suat Derviş o dönem kendisini beğenenlere yüz vermeyen, biraz şımarık bir kızdır, sevgili değillerdir. Hatta ona şu dizeleri Gölgesi şiiri o dönemde yazmıştır. “Ağlasada gizliyor gözlerinin yaşını; Bir kere eğemedim bu kadının başını. Kaç kere sürükledi gururumu ölüme Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme. Cevapları öyle heyecansız ki onun, Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun. Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor. Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor…” 1935 yılının sonlarında gençlik arkadaşı Suat Derviş’le yine karşılaşır. Derviş bu kez ona yakınlık gösterir. Birlikte Çamlıca sırtlarına çıkarlar. Şubat ayında yağan karın erimesiyle oluşan çamurlara bata çıka dolaşır, sohbet eder, yakınlaşırlar. Eve dönünce ayakkabı ve pantolonun çamurlu halinden, Piraye şüphelenir, durumu anlar. Bunun üzerine, Piraye, bir kova suyu üzerine döküp, Şubat akşamında balkona çıkar, zatüree olup öleyim der. Nazım güç bela onu içeriye alır. 9. Cahit Uçuk Nazım o yıllarda Akşam gazetesinde Orhan Selim takma adıyla yazılar yazıyordu. 22 Ocak 1955 yılında duygusal bir yazı yazar Nazım. Birkaç gün sonra gelen okur mektuplarından biri duygu doluydu, adeta onu etkilemek için yazılmıştı. Bu kişi daha sonra öykü yazarı olan Cahit Uçuk’tur. 24 yaşındadır. Oldukça güzel bir kadındır. Hıfzı Topuz, “Nazım bir kadına durup dururken asılmaz, ama kendisiyle ilgilenen olursa, hoşuna giderse tutulabilirdi” der. Cahit Uçuk’la ilişkileri de tam da böyle oldu. Cahit Uçuk “Aramızda ruhsal bir yakınlık ve minnet dolu bir beraberlik oldu” derken; Nazım, Piraye ile barışmak istediği dönemde, Memet Fuat’a yazdığı mektupta “Ben o hadiseye annenin beni sevmediği şüphesine kapılıp atılmışımdır. Annenin beni ihmal ettiği ya da bana öyle geldiği zamanlarda bu bahiste kötü şeyler yaptım” yazar. Nazım aslında tüm bu yaşadıklarını dizelerinde dile getirmiştir. “sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın” 10. Yine Piraye 1938’in Ocak ayında tekrar tutuklanır. İki ayrı yargılamadan toplam 35 yıllık bir hapis cezası beklemektedir onu. Hapisteyken, Piraye’ye adeta yeniden aşık olur. Muhteşem şiirler yazar. Bizce Nazım en güzel şiirlerini o dönemde yazmıştır. Ankara Cezaevi’nde kol saatinin içini boşaltmış ve oraya karısıyla çocuklarının bir fotoğrafını koymuştu Nazım… “Artık her zaman gözümün önündeler” diyordu. Saatin kayışına ise tırnağıyla Piraye yazmıştı. Yıllarca Piraye’nin evinde saklanacak o saat, Nazım’ın çok bilinen bir şiirine konu oldu “Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var, bizlere âlâtlı katıa verilmez ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak…” 1 Ekim 1945 “Dağın üstünde akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde. Bugün de sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı..” Piraye’ye güvenmesine karşılık, ikide bir kıskançlık bunalımlarına giriyor “Kime aşık olursan ol” diye yazıyordu. Buna karşılık Piraye yazdığı bir mektupta neler söylemiş Nazım o mektupları “Ayşe’ye Mektuplar” adıyla şiirleştirdi “Sen beni kıskanıyorsun, ve benim gülmem tutuyor. Ben aşkı hürmet muhabbet sadakat, diye anlarım … halbuki aşk sadece muhabbet sende. Hem biliyorum bu evhama neden düştüğünü ben içerde olsaydım sen dışarda aldatırdın beni. İçerde olmama ne lüzum var? İkimiz de dışardayken beni aldatmadın mı? Sen alçaksın ve dışarı çıkar çıkmaz beni yine aldatacaksın.” 11. Münevver Andaç 1948 yılının Ekim ayında yazar Peride Celal ile beraber dayısının kızı Münevver de gelir. Aslında Piraye ile evlendiği günlerde Fransa’dan dönen Münevver ile kısa bir yakınlaşma yaşansa da Münevver ressam Nurullah Berk’le evlenmiş, bir kızı olmuştu. Kendisinden 15 yaş küçük kumral saçlı, yeşil gözlü kadınla yazışmalar, gidip gelmelerle tutkulu bir aşk başlamıştı. Ona yazdığı ilk şiiri Sen şiiridir “sen esirliğim ve hürriyetimsin, çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, sen memleketimsin. Sen ela gözlerinde yeşil hareler, sen büyük, güzel ve muzaffer ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…” Daha sonra bu şiirini yazacaktır “Hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur; nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır; buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim acıkmışsındır; beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam.” Bu dönemde yazdığı tutkulu şiirlerinde Münevver’in gözlerinin rengi nedeniyle yeşili çok sık görürüz. “Siz aydınlıkta öyle kımıldamadan durun, güneş duradursun yeşil entarinizde, Yaram birdenbire açıldı Kan gövdeyi götürüyor bendenizde…” Güz, Sonbahar, Yine Sana Dair şiirlerini de ona yazmıştır. 1948’de Piraye’den boşanma kararı alır. “Bütün bu olup bitenlere rağmen en yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini, sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir.” der. Eşinden boşanacağını söyleyen Münevver, karar değiştirir. Cezaevine de gelmez. Bu Nazım için büyük bir darbe olur. 47 yaşındaki Nazım’ın bu dönemde yazdığı şiirlerden Tekirle Kavakta şöyle der “Kırkından sonra azanı teneşir paklar bu üç dört dört beş sekiz sayı sayacak değiliz çünkü bunun kırka kadar yolu var” Nazım tekrar Piraye’ye mektuplar yazarak barışmak isteğini dile getirir. Affetmesini ister “Pirayem, kızıl saçlı bacım benim, seni arkadan bıçakladım. Bir damlası damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı elim. Gel de beni bir daha yalnız bırakma. Eteklerinden öperim.” Nazım af yasası çıkmayınca 7 Nisan 1950’de açlık grevine başladı. Piraye hem bu durum, hem de yazdığı mektuplardan etkilendiği için ziyaretine gelir, aynı anda Münevver de cezaevine gelir. İşte bu Nazım ve Piraye’nin son karşılaşması olur. 15 Temmuz 1950’de tahliye olur Nazım. Piraye’den 23 Mart 1951’de boşanır. 3 gün sonra Münevver bir oğlan doğurur. Nazım oğluna çok sevdiği üvey oğlu Memet’in ismini verir. 49 yaşındaki Nazım’ı askere almak isterler, arkasında farklı şeyler olduğu haberleri üzerine 17 Haziran 1951’de bir tekneyle gizlice Varna’ya, Bükreş’e ve en sonunda Moskova’ya gelir. Yedi tepeli şehirde bırakıp gelmişti gonca gülünü. Ama o dönemde kulağına gelen, en yakın arkadaşı Kemal Tahir ile Münevver arasında bir ilişki olduğu dedikodusu Nazım’ı alt üst eder. Böyle bir şey yoktu, tamamen yanlış anlamaydı ama katlanması zordu. Ben Sen O şiirini yazdı “o, yalnız ağaran tanyerini görüyor ben geceyi de sen yalnız geceyi görüyorsun ben ağaran tanyerinide” 12. Galina Grigoryevna Kolesnikova Nazım 1952’de Çin’de geçirdiği ilk kalp krizinden sonra Moskova’ya döndü ve hayatına doktor Galina Kolesnikova girer. Tüm kadınlar gibi Nazım’a vurulmuştu. Nazım’ın doktoru, yardımcısı, tercümanı, arkadaşı olur. 7 yıl süren bu ilişkiye yazılmış şiirler yok ama Nazım’ın 8 milimetrelik kamerasıyla Galina’nın çektiği görüntüler kalacaktı. 13. Vera Tulyakova Kendinden 30 yaş küçük sarışın bir genç kız, 1955’te hazırladığı bir film için yardım istemişti. Vera… “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı bu kız” İlk görüşte Nazım’ın kalbine girmişti. Evliydi ve bir çocuğu vardı. Ayrıldı. 18 Kasım 1960’ta Nazım’la evlendiler. Artık tüm şiirleri Vera içindi. Vera’nın Uykudan Uyanışı “uyandın gülüm iskemleler uyandı köşeden köşeye koşuştular masa da öyle doğrulup oturdu kilim nakışları açıldı katmer katmer ayna seher vakti gölü gibi uyandı açtı kocaman mavi gözlerini pencereler uyandı balkon toparladı bacaklarını boşluktan tüttü karşı damda bacalar kaldırımlar akasyalar ötüştü bulut uyandı attı göğsündeki yıldızı odamıza evin içinde dışında uyandı aydınlık doldu saçlarına senin dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin” Vera’ya “Oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini. Yaz geceleri Oka ırmağı ince kumları ve sedefleriyle ak bir kadını yıkayarak aktı odamda kalın kütüklerinin arasında iri iri damlalarıyla yağmur üzüm salkımıydı doğum gününde senin şaşkın ve sırılsıklam durdum önünde senin altın kubbeli bir ağaçtın denizin ortasında ilk ergenlik düşümden geliyorum sana bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın günlük güneşlik rüzgârım benim saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim” Sabah Karanlığı “Gülüm çıkar yataktan bir kayısı gibi çıplak Mavi afişteki güvercin gibi aktır sabah karanlığında” Vera İçin “İçimde mis kokulu Kızıl bir gül gibi duruyor zaman, Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş, Çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil” Doktoru “Aşksız 10 yıl yaşarsın, aşık olursan 3 yıl” demişti. Öyle de oldu. 3 Haziran 1963 günü büyük şair bu muhteşem şiirlerini bırakarak bu dünyadan içinden el yazısıyla yazılmış şu şiir çıktı “Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm” Nazım Hikmet ile ilgili hazırladığımız diğer yazılarımıza da göz atmanızı öneririz Nazım Hikmet’e Aşklarıyla İlham Vermiş 12 Özel Kadın Nazım Hikmet’in 25 Unutulmaz Şiirinden Enfes Alıntılar Nazım Hikmet’ten 6 Özel İnsana 6 Özel Şiir Nazım Hikmet’in Aşk Şiirleri Kaynak Hıfzı Topuz – Hava Kurşun Gibi Ağır, Emin Karaca – Nazım Hikmet’in Aşkları, Memet Fuat – Nazım Hikmet Üstüne Yazılar
Nazım Hikmet Ran Hakkında BilgiBu içeriğimizde sizler için Romantik Devrimci, Gülen Yüzlü Adam, Mavi Gözlü Dev gibi isimlerle anılan Nazım Hikmet Ran'ın hayat hikayesini ve en beğenilen şiirlerini derledik. Nazım Hikmet'i anlamak için yaşamının küçük bir kısmını bilmeniz gerekir. Mesela Sovyetler'de komünist bir üniversitede okuması yaşamındaki en önemli gelişmelerdendir. Yazılarında ve şiirlerinde bu izleri görmemek mümkün Türk edebiyatının Mavi Gözlü Dev'i Nazım Hikmet Ran hakkında bilgiler;Nazım Hikmet Kimdir?Nazım Hikmet, 20 Kasım 1902 yılında Selanik’te doğdu. Eğitim hayatının bir kısmını İstanbul’da okuduktan sonra Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçti fakat sağlık durumlarından dolayı bahriyeden ayrılmak zorunda kalmıştı. Bolu’ya öğretmen olarak atandı. Sonrasında da Batum üzerinde Moskova’ya giderek Doğu Emakçiler Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. Gittiği 1921 yıllarında Moskova Devrimi'nin ilk yıllarına tanıklık etti. 1924 yılında Moskova’da yayınlanan Aydınlık 28 Kanunisan sahnelendi. O yıl yurda dönerek Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başladı. Bu dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği’ne yılında af kanununda yararlanarak tekrar Türkiye’ye döndü. Bu sefer de Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. Yine yazdıklarından dolayı 1938 yılında 28 yıl hapis cezasına çarpıtıldı. 12 sene süren tutuklama kararından sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle tekrardan Sovyetler Birliği’ne dolayı DP hükümeti tarafından ülke vatandaşlığından çıkarıldı. Nazım Hikmet büyük dedesi olan Mahmut Celaleddin Paşanın memleketi olan Polanya vatandaşlığına geçti ve soyadı da Borzecik oldu. Moskova’da 3 Haziran 1963 yılında kalp krizi geçirerek hayata gözlerini Hikmet'in Başlıca EserleriSizler için Nazım Hikmet tarafından kaleme alınan romanları, şiirleri, tiyatro oyunlarını derledik. Bu eserler içinde sadece başlıca eserleri yer Konuşmaz, 1965Yeşil Elmalar yedi yazardan derleme, 1965Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, 1967Bazı EserleriMemleketimden İnsan ManzaralarıKafatasıUnutulan AdamTaranta Babu'ya MektuplarFerhad ile ŞirinKurtuluş Savaşı DestanıKız ÇocuğuTahir ile ZühreŞeyh Bedrettin DestanıSevdalı Bulut, Tiyatro oyunuŞiir Kitapları835 Satır, 1929Jokond ile Si-Ya-u, 1929Varan 3, 19301 + 1 = 1, 1930Sesini Kaybeden Şehir, 1931Benerci Kendini Niçin Öldürdü, 1931Gece Gelen Telgraf, 1932Taranta Babu'ya Mektuplar, 1935Portreler, 1935Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı 1936Saat 21-22 Şiirleri, 1965Kurtuluş Savaşı Destanı, 1965Şu 1941 yılında Memleketimden İnsan Manzaraları'nın 3. kitabı, 1965Dört Hapishaneden, 1966Rubailer, 1966Memleketimden İnsan Manzaraları İlk bölüm, 1966Memleketimden İnsan Manzaraları, 1966-1967Kuvayi Milliye, 1968Nazım Hikmet'in En Bilinen ŞiirleriŞiirleri içten yazmak için çok sevmek gerekir. Nazım Hikmet, Şuküfe Nihal Başar'a Bir Ayrılık Hikâyesi'ni yazmıştır. Memleket hasreti çeken şair, özgürlük ve memleket üzerine de şiirler, yazılar yazmıştır. İşte, Nazım Hikmet'in günümüzde en çok bilinen şiirleri, en duygusal Nazım Hikmet şiirleri;Ben Senden Önce Ölmek İsterimBensenden önce ölmek arkasından gelengideni bulacak mı zannediyorsun?Ben zannetmiyorum mi,beni yaktırırsın,odanda ocağın üstüne korsuniçinde bir camdan olsun,şeffaf, beyaz camdan olsunki içinde beni görebilesinFedakarlığımı anlıyorsunvazgeçtim toprak olmaktan,vazgeçtim çiçek olmaktansenin yanında kalabilmek toz oluyorumyaşıyorum yanında sen de ölüncekavanozuma orada beraber yaşarızkülümün içinde külünta ki bir savruk gelinyahut vefasız bir torunbizi ordan atana kadar...Ama bizo zamana kadaro kadarkarışacağızki birbirimize,atıldığımız çöplükte bile zerrelerimizyan yana beraber bir gün yabani bir çiçekbu toprak parçasından nemlenip filizlenirsesapında muhakkakiki çiçek açacak biri senbiri de ölümü daha bir çocuk doğuracağımHayat taşıyor ama ,çok, pek çok,ama sen de ölüm de korkutmuyor pek sevimsiz buluyorumbizim cenaze ölünceye kadar daBu düzelir çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?içimden bir şey belki diyor.***Bence Şimdi Sen De Herkes GibisinGözlerim gözünde aşkı seçmiyorOnlardan kalbime sevda geçmiyorBen yordum ruhumu biraz da sen yorÇünkü bence şimdi herkes gibisinYolunu beklerken daha dün geceKaçıyorum bugün senden gizliceKalbime baktım da işte iyiceAnladım ki sen de herkes gibisinBüsbütün unuttum seni eminimMaziye karıştı şimdi yeminimKalbimde senin için yok bile kinimBence sen de şimdi herkes gibisin***Hürriyet KavgasıYine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,dalga dalga aydınlık oldular,yürüdüler karanlığın zaptettiler şehit düşensilkinip kalktı kabrinden,ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasınıyıktı Şahmeran'ın gün o gün değil, derlenip dürülmesin duyduğunuz çakalların sıklaştırın çocuklar,bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.***Sensen esirliğim ve hürriyetimsin,çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,sen elâ gözlerinde yeşil hâreler,sen büyük,güzel ve muzafferve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...***Tahirle Zühre MeselesiTahir olmak da ayıp değil Zühre olmak dahattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,bütün iş Tahirle Zühre olabilmekteyani bir barikatta dövüşerekmeselâ kuzey kutbunu keşfe giderkenmeselâ denerken damarlarında bir serumuölmek ayıp olur mu?Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak dahattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp dünyayı doludizginama o bunun farkında değildirayrılmak istemezsin dünyadanama o senden ayrılacakyani sen elmayı seviyorsun diyeelmanın da seni sevmesi şart mı?Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artıkyahut hiç sevmeseydiTahir ne kaybederdi Tahirliğinden?Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak dahattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.***Vera'yaGelsene dedi banaKalsana dedi banaGülsene dedi banaÖlsene dedi banaGeldimKaldımGüldümÖldüm***Seviyorum SeniSeviyorum seniekmeği tuza banıp yer gibiGeceleyin ateşler içinde uyanarakağzımı dayayıp musluğa su içer gibiAğır posta paketinineyin nesi belirsiztelaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibiSeviyorum senidenizi ilk defa uçakla geçer gibiİstanbul'da yumuşacık kararırken ortalıkiçimde kımıldayan birşeyler gibiSeviyorum seniYaşıyoruz çok şükür der gibi.***Seni DüşünmekSeni düşünmek güzel şey,ümitli şey,dünyanın en güzel sesindenen güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey...Fakat artık ümit yetmiyor bana,ben artık şarkı dinlemek değil,şarkı söylemek istiyorum...***Durup DururkenDurup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı,Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta,Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç,Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta,Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,Durup dururken kafamda bir güneşli duman,Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...***Yaşamaya DairYaşamak şakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yaşayacaksınbir sincap gibi meselâ,yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,yani, bütün işin gücün yaşamak ciddiye alacaksın,yani, o derecede, öylesine ki,meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,yahut, kocaman gözlüklerin,beyaz gömleğinle bir laboratuvardainsanlar için ölebileceksin,hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,hem de en güzel, en gerçek şeyinyaşamak olduğunu bildiğin öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,yaşamak, yani ağır bastığından.***Bir Ayrılış HikayesiErkek kadına dedi ki-Seni seviyorum,ama nasıl,avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıpparmaklarımı kanatarakkırasıyaçıldırasıya...Erkek kadına dedi ki-Seni seviyorum,ama nasıl,kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki-Baktımdudağımla, yüreğimle, kafamla;severek, korkarak, eğilerek,dudağına, yüreğine, ne söylüyorsamkaranlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..Ve ben artıkbiliyorumToprağın -yüzü güneşli bir ana gibi -en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..Fakat neyleyimsaçlarım dolanmışölmekte olan parmaklarınabaşımı kurtarmam kabildeğil!Senyürümelisin,yeni doğan çocuğungözlerine bakarak..Senyürümelisin,beni bırakarak...Kadın kitap düştü yere...Kapandı bir pencere...Ayrıldılar...Benzer İçerik ÖnerileriEn Güzel Nazım Hikmet Sözleri10 Maddede Nazım Hikmet Ran
Vera ve Nazım Aşka âşıktı Nazım. Güzel olan her şeye ve en çok da Vera’ya. /// VERA’ YA… iri iri damlalarıyla yağmur üzüm salkımıydı doğum gününde senin şaşkın ve sırılsıklam durdum önünde senin altın kubbeli bir ağaçtın denizin ortasında ilk ergenlik düşümden geliyorum sana bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın günlük güneşlik rüzgârım benim saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim Mayıs1962, Moskova /// Neyler zaman mavi gözlerindeki vurdumduymazlığa ve koca bir ömre sığan özgülük savaşındaki sevdaya. Dilsiz rüzgârların savurduğu memleket hasreti ile geçen çileli bir hayata ve Vera’nın Nazım’a olan aşkına.* Moskova arsız ve vakur, herkesin yalın kayıplarla dolu yaşamlarının bulunduğu bir şehirdir. O gün gelinle damat toprağın koynunda sadece nemli gözlerin bakakaldığı bir hoşçakalı, bir merhabayla buluşturmanın karmaşık duygularını yaşıyordu. Ayrılığın son bulacağı kabir başında biriken kalabalık tanık oluyordu bu kavuşmaya. Kucak kucağa külleri, aşkın son perdesinde ve dingin deniz gibi bulutlu gökyüzünün altında, usulca üstüne serildi Nazım’ın. Mezarlıkta büyük bir sessizlik vardı. Hemen başucunda duran memleket kokan çınarı bile, bir o kadar sakindi ki, tek bir yaprak bile yerinden oynamıyor, bütün heybetiyle tanıklık ediyordu herşeye. Özlemlerin, gidilesi yolların, yazılası şiirlerin, dakikaları sayan yelkovanlar gibi yarım kalan hasretin üzerine seriliyordu aşkın külleri. Bir sonun başlangıcıydı asıl hikâye. Asırlarca imrenilecek bir sarısı saçların, masmavi gözlerin. *** Moskova’da Nevodevici mezarlığının hemen giriş kapısının biraz ilerisinden sola doğru dönüldüğünde karşımıza çıkıyordu Mavi gözlü devin kabri. O gün mezarlıkta sade bir tören vardı. İhtişamdan uzak, bir o kadar da duygulu olan Nazım ve Vera’nın sevenleri hüzün dolu gözlerle Vera’nın Nazım’a kavuşmasını izliyordu. İnsan boyutundan biraz daha büyük yapılmış granitten mezar taşlarının hemen önü kırmızı karanfillerle sonra, yüreğinde ölümsüz bir sevdayı taşıyan çürüyen bedeni huzur bulacaktı. Sessiz kalabalık, bir süre Romantik devrimci Nazım Hikmet’in kabrine ve başucundaki çınar ağacına nemlenen gözlerle baktı. Memleket özlemiyle yanıp tutuşan şair, gözlerini Moskova’da hayata yumduğu için vasiyeti üzerine, Türkiye’den getirtilen toprak ve çınar ağacı ile bir nebze olsun huzura ermişti. Tek eksiklik, hayatının geri kalan beş yılını evli geçirdikleri ve birbirlerine büyük bir aşkla bağlı olduğu son eşi Vera idi. Birazdan Vera’da gelecekti ve Nazım yattığı yerde sevdiği kadın ile tam olarak huzuraerebilecekti. Uzaktan gelen bir avuç insan ellerinde beyaz bir vazo içinde getirdi Vera’yı. Vera’nın vasiyet ettiği gibi Nazım’ın kalp hizasına gömülecekti. Kalp hizasına gelecek seviyeye küçük bir çukur kazıldı ve beyaz porselen vazo,titizlikle oraya yerleştirildi. İlk toprağı Vera’nın ilk eşinden olan kızı Anna koydu. Anna gözleri yaşlı bir şekilde annesine son vedasını ederken, yakınları onu ağlamaklı gözlerle seyrediyordu. Böylece Mavi gözlü dev ve saman sarısı saçlı kadın, ayrılmalarından otuzsekiz yıl sonra birbirlerine bu şekilde kavuşmuş oldular. ’Küllerim bir battaniye gibi Nazım’ın üzerine serilsin’’ diyen Vera son yolculuğuna sakin bir şekilde uğurlandı. *** ’İnsan aşkta özgür olmalı’’ diyen Nazım, Vera’ya tutulduktan sonra bu tezini aşkın gücüyle çürütüp ’ekmek almaya bile birlikte gidelim’’ demeye başladı. Bağımsızlık üzerine kurulan mizacında savunduğu bütün teorilerin bir bir yok olması yaşadıkları aşkın ne denli derin olduğunun göstergesiydi. Fırtınalı yüreğinde çok büyük tufanlar koparan Nazım, aşkı ve huzuru son eşi Verda’da buldu. Çağdaş Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biri olan Nazım Hikmet yazdığı şiirlerin Türkiye’de yasaklanmasından sonra onbir ayrı davadan yargılandı. Cezaevlerinde oniki yılı aşkın bir süreyle yatıp çıktıve ömrünün büyük bir kısmı hapiste veya sürgün hayatıyla geçirdi. Bu yüzdendir aşka özlemi. Bu yüzdendir kadınlara olan sevdası. Nazım’ın hayatına birçok kadın girdi ve çıktı ama bir tanesi görür görmez etkiledi onu. Vera. Peki, bu kadar karmakarışık bir hayatın aşk hikâyesi, yaşanılan onca çile içerisinde nasıl başlamış ve nasıl sürmüştü. Rus bir ailenin tek kızı olan Vera kültürlü ve eğitimli bir bayandı. Sinema enstitüsünde okuyan Vera, ikinci sınıfa giderken sınıf arkadaşı ile evlenir ve mezun olduğunda kızı üç yaşına gelir. İyi ve mutlu bir aile hayatı süren Vera, okulu bitirir bitirmez bir kukla enstitüsünde çalışmaya başlar. Aldığı sinema eğitiminden ötürü başarılı bir iş hayatı olan Vera, bir süre sonra bir sinema yapım şirketinde çalışmaya karar verir. Oradada başarı kaydettiğinden dolayı bir Arnavut masalının çeşitli ülkelerde gösterime girecek olan bir film yapmakla görevlendirilir. Film projesi hızla devam ederken karşılaştıkları bir sorun herşeyi alt üst eder. Arnavut yaşamı ve Arnavutların nasıl giyindikleri konusunda bilgi sahibi olmadıkları için yapım şirketininde tavsiyesi ile bu konuda uzman olan bir kişiye danışmaya karar verirler. Bir sinema yönetmenin tavsiyesi üzerine Arnavutlar ile Türklerin yakın ilişkilerinin bulunduğunu düşünerek ve Nazım Hikmet’inde Türk olması sebebiyle ona başvurmaya karar verirler. Yazarlar birliğinden Nazım Hikmet’in telefonunu temin ederler Vera’ya aramasını söylerler. Fakat Vera Nazım ile konuşmaya çekinince olaya yönetmen arkadaşı Bulumberg el atar, onu Nazım’ı araması konusunda ikna etmeye çalışır. Fakat çabaları boşa çıkınca araya stüdyo şefi girer Nazım’ın telefon numarasını çevirip ahizeyi Vera’nın eline tutuşturuverir. Vera; Alo, Nazım Hikmet mi? Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor.’’ der ve konu hakkında bilgi verir. Nazım Vera’ya hemen gelebileceklerini ile yönetmen arkadaşı Bulumberg zaman kaybetmeden Nazım Hikmet’in evine giderler. Nazım onları kapıda karşılayıp paltolarını çıkarmalarına yardım eder. Daha sonra Vera ile Blumberg’i ortasında kocaman bir masa bulunan bir odaya alır. Odanın duvarında Abidin Dino’nun yürüyüş tablosu, İstanbul’unrenkli bir fotoğrafı ve kendisine çok benzeyen büyük bir portresi vardır. Nazım Hikmet’in yanında onüç sene kendisine yaverlik eden, hemen hemen yazdığı bütün şiirleri bizzat Nazım’ın kendisinden dinleyen kadim dostu Ekber Babayevde vardır. Vera sinema filmi çekimlerinde yaşadıkları Arnavut kültürü ve giyimi hakkındaki sıkıntılarını anlatır. Nazım önüne bir kâğıt alır ve kurşun kalemle fakir bir köylü çocuğunun nasıl olması gerektiğini kendince resmeder. Ardından film konusunda ondan yardım talebinde bulunurlar. Bir süre onu ikna etmeye çalışırlar. Nihayetinde Nazım film konusunda yardım etmeyi ve stüdyo çalışmalarına katılmayı kabul eder. Böylece Vera ile Nazımın ilk tanışmaları gerçekleşir. Vera ve Blumberg kalkarken Nazım, Babayev’e dönerek; Fena kız değil, ilginç, ama göğsü düz.’’ der. Tatarca söylenen bu cümleyi Vera anlamış ve utancından yüzü kıpkırmızı kesilmiştir. Nazım’a birçok aşk şiirini yazdıracak olan dramatik hikâyeleri işte böyle başlamıştır. *** Dünyanın en soğuk şehirlerinden biri olan Moskova’ya kar Kasım ayında yağar ve yaklaşık altı ay boyunca kendisini soğuğun kucağına bırakır. İklim şartlarının zorluğunun yanı sıra ekolojik dengesinden dolayı havası da çok kirlidir. En büyük caddelerinden biri olan Tverskaya Caddesi’ni baştan aşağı yürüyünce eve dönüldüğünde saçların yeniden yıkanması gerekir. Dükkânların camları gün içinde defalarca temizlenmesine rağmen simsiyahtır. Bu yüzdendir Moskova’da kara siyah denmesi. Simsiyah karlara hapsolmuş bu şehirde 1955 yılının ayazlı bir Aralık ayındaki ilk tanışmalarıyla başladı hikâye. Nazım görür görmez vurulmuştu sarı saçlarına. Fakat bu tanışmanın aşka dönüşmesi iki yıl kadar zaman almıştı. 1957 yılının güzünde birbirlerini sık sık özleyip, gizli gizli buluşmaya başlarlar. Bu dönem içerisinde her ikiside başkalarıyla evlidir. Nazım Mürüvvet ile evliyken eşini sürekli aldattığı sevgilisi Galina, son dönemlerde Nazım’ın hemen hemen hiç yanına uğramamasından dolayı bir araştırma yapar ve Nazım’ın Vera ile olan aşkını ortaya çıkarır. Nazım Vera ile tanışmadan evvel, şiirden bir hayli uzak kalmıştı. İçinden şiir yazmak gelmiyordu ve sürekli Galina’nın yanında soluk alıyordu. Galina Nazım’ın şiir yazmamasına çok üzülüyor ama her defasında ikna çabaları boşa çıkıyordu. Fakat Vera’nın hayatına girmesi Nazım’a yeniden şiir tutkusunu aldığı ilhamla çokça şiir yazmaya başlamıştı. GalinaVera’dan ömür boyu nefret etse de Nazım’ı yeniden şiire bağladığı için bu aşka hep saygı duymuş ve sabırla Nazım’ı beklemişti. Fakat özgürlükten bahseden ve kadından kadına koşan Nazım Vera’nın aşkı ile kalbini sonsuza dek mühürlemişti. Birçok şiirinde ’aldattım aldatıldım’’ diyebilen dürüstlüğü ile de çok sevilen biriydi. Eğer aşk sevdiğinden yoksunsa aşkın rengi siyahtır. Bazen sevdiğinin saç rengine, bazen de gözlerindeki tılsımın rengine bürünür. Bambaşka terennümlere bulanır zaman içinde. Fakat iki taraf da evli olduğu için bir süre sonra çamur rengine dönüşür ve işler içinden çıkılmaz bir hal alır. Karman çorman olur ilişkileri. Özlemek simsiyah katranlar akıtırken yüreğe ayrı durmak mahpusta kalmak gibi hissettirir Nazım’a. Yakın çevreleri ve eşleri durumu bildikleri halde her şey onlardan yanadır ve geriye tek bir şey özleme acilen bir çözüm bulmak isteyen Nazım Vera ile açık açık konuşur. Ani bir karar alarak her ikisi de eşlerinden boşanır. Kısa bir süre sonra evlenirler. Her kavuşma bir hayalle başlar. Kurulan hayal ortaksa kavuşmanın keyfine doyum olmaz. Aşk yaşama sebeplerinden biridir onlar için ve vuslata dair tüm ümitleri evlendikten sonra daha da anlam kazanır. Ardın da bıraktıkları kişiler hayal kırıklıklarına bürünse de Nazım ve Vera kavuşmanın keyfini yeniden doğmuş gibi yaşamaya başlarlar. VERA YA Moskova’nın 110 kilometre doğusunda Oka ırmağında öğrendim gümüş türküsünü ırmakların Durup dinlenmeden akıp gitmenin ululuğunu Irmak gemilerinden suya düşen ışıkların çağrısını uzaklara Oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini. Yaz geceleri Oka ırmağı İnce kumları ve sedefleriyle Ak bir kadını yıkayarak Aktı odamda kalın kütüklerinin arasından. Yaz geceleri düşmedi dallarından zamanların yaprakları Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara.. 16 Temmuz 1960 *** ’Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara’’ diyen Nazım Hikmet asıl aşkı o topraklarda ve asıl sevdayı o yıllarda yaşar. Memleket hasretiyle yanıp tutuşur. Sevdiği kadın yanında olsa da yüreğindeki hasret ateşini bir türlü söndüremez. Memlekete ve İstanbul’a olan hasretinden dolayı sık sık Moskova’daki kanalların sularını izler. Sanki boğazın sularını seyreder gibi… Moskova anlam olarak ’kıvrımlı su’’ demekti. Moskova’da bir sürü kanal vardı ve Nazım hep İstanbul’un sularını hayal edip derin düşüncelerle uzun uzun seyre dalardı. Sürekli Türkiye’den gelecek haberleri beklerdi. Sık sık uyku problemi yaşar uyuyamadığı zamanlarda kitap okurdu. Okuduğu kitaplara ödünç verirdi, uykusunu. Kovsunlar da bir köy çeşmesinde yıkasınlar yüzünü, hep ayık kalsın diye. Sabah’a kadar salonda uzandığı astarı solgun koltukta, gözleri yarı kapalı elindekini okuyarak beklerdi postacıyı. Postacı hiç aksatmaz, her sabah 0730’da gelirdi. Postacı posta kutusuna mektuplar, kitaplar ve gazeteler atardı. Posta gelince Nazım yerinde duramaz ayaklanır, büyük bir hız ve heyecanla bir çocuk gibi bahçe kapısının sürgüsüyle inatlaşıp tıka basa dolu kapağı kapanmayan posta kutusuna koşardı. Dostları Türk basınında çıkan gazetelerden yollardı. Fransız ve Moskova gazetelerinin ıslanmış makalelerinde yitik bir çizgi misali, silik yalnızlığın kucaklaştığı sarı bir umutla, alnından düşen damlacıkları eliyle sıvazlardı. Memleketten gelen gazeteleri eline aldığında avuç içleri terlerdi. Hep boğazdaki vapurları hatırlarcasına kadar olurdu memleketine, memleket topraklarında basılan gazeteleri eline aldığında. Daima gelecek güzel haberleri beklerdi. Daima… Türkiye’den gelecek güzel haberler…Yeniden Türkiye vatandaşlığına geçtiğinin ve yasağının kalmasını arzu ettiği haberler… Her yeni doğan güne Vera’sının koynunda uyanır ve hep umutla başlardı. Mutluluğun yanı sıra yaşadığı hüzünler onu güçsüz kılardı. Bu yüzden her defasında soluğu güvendiği ve gocunmadan yanında gözyaşı dökebildiği Vera’sında alırdı. Vera bir bebek gibi okşardı Nazımın gözyaşlarını. Öperdi onları üzülmesine hiç dayanamaz içlenirdi gizliden gizliye. Geceleri ise sürekli Türkiye radyolarını dinleyerek haberler edinmeye çalışır memleket özlemini bir nebze olsun bastırmak için uğraşırdı. Gün içerisinde evine birçok insan gelirdi. Onunla tanışmak ve fikir alış verişi yapmak isterlerdi. İçlerinde önemli yönetmenler ve kariyer sahibi kişilerde olurdu. Vera Nazım’ın misafirlerine ikramlarda bulunurken dahi aşkları etrafı aydınlatır sık sık göz göze gelip kaçamak gülücükler atarlardı birbirlerine. Yaşama kaynağı olmuştu Nazım’ın. Onu yeniden bütün gücüyle hayata bağlamış ve sürekli yaramazlık eden haylaz çocuk Nazım’ı biraz da olsa değiştirmişti. Bir taraftan aşkı yaşarken Totoliter sisteme olan savaşı da devam yazıkki yine aynı sistemin bulunduğu bir yerde yaşıyordu. Ama bu defa son aşkı yanındaydı. Aşklarını birçok zorluğa rağmen doya doya yaşar buldukları her fırsatta, birbirleri ile aşkın sınırsız hudutlarını aşarak kimseye aldırış etmeden ele ele kol kola dolaşırlardı. Birlikte yaşamaya çok alışmışlar sanki birlikte doğmuş gibilerdi. Hayatları hiç bitmeyecekmişçesine Ver’a titizlikle davranırdı Nazım’a. Herkes herşeye alışıyordu da Nazım hareketli yaşamı içinde yanında Vera olmasına rağmen birçok şeyin yoksunluğunu çekerek sıladan uzak olmaya alışamıyordu. Gitmek gibi birşeylerin eksikliği vardı hep gözlerinde. Ve yazdığı, söylediği şiirlerde’beni bir köy mezarlığına gömün, mezar taşı falanda istemem. Hani bir ceviz ağacı olsun başucumda ya da bir çınar’’ diyordu. Son treni kaçırırcasına ya da mahpustaymışçasına yaşayamadıklarının ve özlemini duyduğu bütün güzelliklerin notlarını derin bir sükûnetle,ince bir çizgiyle içeri sızan gün ışığına aldırış etmeden ajandasına yazıp usul usul öperdi iç gözyaşlarıyla bezenen sözcükler, yüreğine işler ve memleketin dağlarının süslediği o kıvrım kıvrım yolların vazgeçilmezliğiyle, Anadolu kıyısında bahar misali savrulan saman sarısı, güneş gibi parlak saçlı Vera’dan da bahsederdi. Büyük bir aşk ve ihtişamla. Ayrılıklar, hasretler yüreğinde volkanlar koparsa da, düşsede gözyaşları memleketten uzak koca bir yalnızlığa, hiç çekinmeden söylerdi bitmeyen inadını ve davasını güzel gözlü son kadınına. Nicedir dudakları değmezken yapışkan bir rakı bardağına, yanındayken bile ismini sayıklardı geceleri son kadınının. Sığmazken azına bir zeytin tanesi gecenin ayyaşlığında sızıp kalırdı düşlerini kiraladığı puslu duvarlara hapsolurcasına. O yüzdendir akan suları seyre dalıp dalıp gitmesi…Gözlerini kazırdı dudaklarına, bakışlarındaki yitik limanların çıkmazında, İstanbul’un düşüne dalardı, martılarla bölüşürdü simidini Vera’nın kollarında. Aşka aşıktı Nazım. Güzel olan herşeye ve en çok da Vera’ya. Çalıntı bir geçmişin acısını çıkarırcasına yazdığı her satırda basamadığı toprakların ayak izlerini bırakırdı ve dolanırdı ceviz ağaçlarının, çınar ağaçlarının gölgelerinde. Düşünde harmanladığı bütün tümceler lal bir diyarın türküsü gibi salınırdı dizelerinde usulca. Ayakaltında gezinen uykusuzluğuna söylenir gidilmemiş ülkelerin siparişlerini verirdi yorgun gözlerine, Vera’nın bembeyaz tenli koynunda. Abidin Dino’nun esbabındaki hatırasına kimi zaman çakılı kalan gözleri, cümlelerin bağdaşlığıyla uykusuzluğun döngüsünde sayıklatırdı hep Vera’ya olan aşkını yazdığı şiirlerle. Hangi ressam yapabilirdi bu güzelliğin resmini. Sanki tanyerinin ağardığı vakitte çıkan ışık gibiydi onun saman sarısı saçları. Hangi tualde vardı o renkler. Gözlerinin… Teninin… Hangi iklim betimleyebilirdi bu eşsiz aşkın mevsimini. VERA NIN RESMİ Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler Bizden en uzak gezegenin kederi Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerin de Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde Aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde Senin resmini ben yapacağım. 4 Mayıs 1962 Nazım Vera’nın ona yaşattığı eşsiz duygulara rağmen, hiçbir zaman alışamadığı yaşadığı şehre. Kendi sürgün, aşkı yanı başındaydı oysa. Her gezmeye çıktıklarında oraları sanki ilk kez görmüşçesine şaşkın gözlere bakardı etrafa. Ne taşı benziyordu ne toprağı ne de havası yanıp tutuştuğu memleketine. Ah bir kez ciğerlerine çekebilseydi sıla kokusunu o vakit silkelenip gelecekti kendine, lakin Vera’nın kokusunda buluyordu tüm doyamadıklarının hazzını. Vera Nazım’ın bütün hallerine, karmaşasına ve verdiği savaş uğruna başına gelenlerin doğurduğu sonuçlarla yaşamaya alışmış ve çoktan kabullenmişti her şeyi. Arada bir söylenirdi Nazım’a; ’Biz ne yapabiliriz elimizden ne gelir ki. Bu sistemi biz mi değiştireceğiz.’’ derdi. ’ Ger gün ölme bunlar için!’’ Nazım; ’Hayır!!’’ diyordu. ’ Bunlara savaş açmalıyız, insanlara asıl olan biteni tüm gerçekliğiyle anlatmalıyız.’’ Zavallı Vera nereye gitseler arkalarından gelen sivil polislerin iğneleyici bakışları arasında yaşamaya çalışıyordu aşkını. Bazen umursamadan fütursuzca bazende hüzünlenerek isyan edercesine. Vera aşkını tüm zorluklara rağmen yaşamaya alışmıştı alışmasına ama içinde de uhdeler kalmıyor değildi. Normal insanlar gibi yaşayamıyordu hislerini. Nazım’ı avutmakla dolu bir hayattı onunkisi. Her zaman özgürlükten yana ama anarşist olmadan yaşamını sürdürme gayesindeydi Nazım. Tek amacı şiirleriyle, gazete demeçleri ve yazdığı tüm yapıtlarla sesini duyurmaya insanları özgür bir yaşam alanında varolmaya adayan Nazım aşka olan hasretini giderdiği son kadınına yazdığı şiirlerle Vera’sını onurlandırıyor ve onu ne kadar çok sevdiğini haykırıyordu tüm dünyaya. Vakitlerinin çoğunu yazdığı oyunları sahneye koydurmakla ve gazetelere, dergilere şiirler yazılar göndermekle geçiren âşıklar, aşklarını bu şekilde yaşamaya alışmışlardı. Nazım sürekli Vera’ya sağdan soldan topladığı Türklerle ilgili haberleri anlatır memleketinden bahsederdi. Hatta evde dahi hep Türk yemekleri pişerdi. Vera’ya sık sık Türk edebiyatını anlatırdı. Birlikte okur birlikte incelerlerdi. *** Arada sırada tartışırlardı. Bir gün yine bir konu hakkında tartışırken Nazım çok sinirlenmiş ve sesini yükseltmişti. Nazım bakımlı kadınları çok beğenirdi. Vera ise yüzüne su ve sabundan başka hiçbir şey sürmez asla makyaj yapmazdı. Saman sarısını saçlarını da çoğu zaman bakımını kendisi yapardı. Bembeyaz omuzlarına dökülen sapsarı saçlarını bazen tepeden toplar Nazım’a değişik gözükmeye çalışırdı. Bir yılbaşı gecesi davete katılacaklardı. Vera’da sürpriz yapmak isteyip berbere gitmişti. Giderken de Nazım’a küçük bir not yazıp nereye gittiğini söylemişti. Çok kıskanç olan Nazım bir süre sonra dayanamayıp berberin önünde dolanmaya başlayınca içerden Nazımı gören bayanlar Vera’ya haber verdiler. Vera birden telaşa kapılıp yüzünü kapatarak dışarı çıktı. Onu tanıyamayan Nazım ise yanından geçip giderek hızlı adımlara eve doğru yol aldı. Az sonra eve gelen Vera’yı gören Nazım küplere bindi. Bağırdı çağırdı kıskançlıktan adeta patlamak üzereydi. Küslükleri çok kısa sürer her defasında mühürlenen dudakların neminde göz göze gülümseyerek barışırlardı. Öyle de oldu. En az Nazım kadar Vera da kıskançtı. Bir yere girdikleri zaman bütün kadınlar akıllarını kaçırmış gibi Nazım’a bakarlar ve Vera’da öfkeden deliye dönerdi. Hayatının hiçbir anını bomboş yaşamayan Nazım bir gününü dolu dolu geçirir ve her günü bir yıl olarak kabul edip sürekli Vera’ya çok az vakti kaldığından bahsederdi. Vera’nın çocuk özlemine bile karşılık veremeyecek kadar meşgul olduğunu anlatır ve doğacak bir çocuğun sorumluluğundan daha büyük sorumlulukları olduğunu anlatırdı. İlk zamanlar Vera bu durumdan çok şikâyetçiydi ama ilerleyen zaman içinde Nazım’ı anladı ve bu durumu kabullendi. *** // Bir anda başlamamıştı hikâyeleri ama aniden bitivermişti.// 1963 yazıydı. Yine uykusuz geçen bir gecenin ardından yarı kapalı gözlerle Postacının gelmesini bekliyordu Nazım. O gün postacı her zaman geldiği saatten bir saat evvel gelmişti. Saat 0630 sularıydı. Nazım yine bir çocuk edasıyla postacının getirdiği gazete ve mektupları almak için oturduğu apartmanın ikinci katından hızla inerek posta kutusuna yönelmişti. Memleketten gelecek güzel haberlerin umuduyla posta kutusundaki gazeteye uzandı. Fakat gazeteyi dahi alamadan oracıkta kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Yıllarca Nazım’ın anılarıyla yaşayan Vera her gün Nazım’a kavuşacağı günü bekledi. Aralarındaki otuz yaş fark vardı ve Nazım öldükten otuzbeş yıl sonra ancak hayata gözlerini yumabildi. Nazım’dan sonra hiç kimseyle evlenmeyen Vera sık sık sevdiklerine küllerimi Nazım’ın kalp hizasına gömün diyerek vasiyet ederdi. Özgürlük mücadelesinde geçen koca bir ömre sığan beş yıllık bir aşk hikâyesi. Saman sarısı saçlı mavi gözlü Vera ve Nazım asırlarca konuşulacak bir aşk yaşadılar. Nazımın ölümünden bir süre sonra Vera evde küçük bir kağıt parçasına yazılmış bir not buldu. Notta şunlar yazıyordu; VERA YA Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm 1963 Nazım Hikmet’in ölümünden kısa bir süre sonra Vera’nın bulduğu bu not yaşadıkları derin aşkın kısacık bir özeti gibiydi. Zaman Nazım’ın yarasının merhemi olamadı ama Nazım adını asırlarca okuyacak bir neslin kalbine altın harflerle yazdı. Savaşıyla, çileleriyle ama en önemlisi de Vera’ya olan bağlılığıyla. Haz 1, 2014
nazım hikmet gelsene dedi bana hikayesi